28 Mart 2012 Çarşamba

Hayat Gülsün Size

Ben sahip olduklarımı yazan bir insan olmadım, belki de bu yüzdendir hep acıyı, gözyaşlarını ve aşkı yazışım. Bugün farklı bir şeyler yapmak istiyorum; ben bugün annemi yazacağım.

Hayattaki en değerli varlıklarımdan biri o ama ben bunu ona hiç söyleyemedim çünkü biliyorum ki; ağlayacağım ve o da ağlayacak. Ağladığında ona dokunamıyorum ben hiç, pek çok insan için omuz oldum ama anneme yaklaşamıyorum gözyaşlarını gördüğümde çünkü biliyorum; ben de ağlayacağım ve o daha çok ağlayacak.

Bugün neden onu yazdığıma gelince; yazmış olduğu şiir kitabını aldım yine elime. Biliyordum; ağlayacaktım.

Sayfalarının arasında annemi aslında tanımıyor olduğumu hissettim, ben ona dokunamıyordum, o başkasıydı bir nevi. Onun duygusal, sevgi dolu ve kırılgan olduğunu biliyorum ama tarif edemediğim bir şekilde onun bende eksik olduğunu duyumsadım. Acaba o da benim yazdıklarımı okuyunca böyle düşünüyor mudur, diye merak ettim. Muhakkak düşünüyordur. Kendimi savunmam gerekiyor ama; ben hissettiklerimi pek fazla yazan bir insan değilim, şiir ise tamamen hisler üzerine kurulu.

Merak ettim annemi, yazarken neler hissettiğini merak ettim. Aslında insan yazarken pek dışarıya farkettirmiyor ama yine de o halini görmek isterdim, kalemle buluştuğu halini yani. Tek tek irdeledim şiirlerini, okudum, özümsemeye çalıştım. İnsanın tanıdığı - tanıdığını sandığı mı denmeli - birinin yazdıklarını okuması garip bir olgu; bazı noktalarda kelimelerini karşındakine konduramıyorsun çünkü.

Annemi okudum, şiir yazan annemi...

Bir ara öyle kıskandım ki; yazmayı bırakacak noktaya geldim ama yazmak terkedip gidebileceğim bir edim değil. Yıllar yılı o da yazıyor olmalı, o da içindeki şiir yazan annemi hiç terkedememiştir sanırım. Hala yazıyordur, garip geliyor bu durum bana, acaba ona da benim yazıyor oluşum garip geliyor mudur? Acaba benim kendimi onda görüyor olmam gibi bazı mısralarında, o da kendini benim yazdıklarımda buluyor mudur?

Ben sevginin gerçeğini,
Yücesini,
En güzelini anlattım
Sen anlayamazsın...


Ben mısralarımda
Güzelliği,
Sevgiyi
Ve seni yazdım
Sen tanıyamazsın...

Bu şiirini çok sevdim, onun da benim yazdıklarımda 'şu gerçekten çok güzel' dediği bir parça var mıdır?


Bir gün daha akşam oldu senden uzakta.
Sen kim bilir nerede, ne haldesin. 
Ben fakir penceremde oturmuş seni düşlüyorum.

Annemi fakir penceresinde oturmuş birini düşlerken gözümün önüne getiremiyorum, demek ki bu annemin bilmediğim yanlarından biri.





20 Mart 2012 Salı

Bu kez başlık koymayayım; yalnızlık, ailem ve büyümekle ilgili bir şeyler işte.

Ben büyümüşüm, bu sabah anladım; annem üzerimde sadece atlet varken çıkma dışarıya çıplak çıplak ayıp, dediğinde, kardeşimin saçları başkaları tarafından taranıp bağlanırken aynanın önünde rimel sürüyor olduğumda, onun okula gidişi hala fotoğraflanacak bir olayken bana sadece güle güle dendiğinde anladım. En çok da yalnız kalmak istemeye başlamamdan çünkü ben ağladığımı, durup dururken kahkaha attığımı, sinirlendiğimi veya korktuğumu kimse görsün istemiyorum.

Bu sene hiç yalnız kalamadığımı farkettim; üniversitede yurt odasını biriyle paylaşmak, evde kardeşimin odasına taşınmak yazacağım zamanları elimden alıyor. Hafta içi ya dersteyim ya birileriyle yemekte veya odada arkadaşımla, hafta sonu da ailemleyim ki ben ailemi her zaman yazma edimine tercih etmişimdir, bu sebepten hafta sonu koşa koşa gidiyorum onlara ama şu hafta içi edebi kişiliğim benden hep uzak kalıyor ya, onu çok özlüyorum.

Altı aydır yazma ediminin beni ziyarete geldiği tek yer vapurda geçirdiğim kırk dakika, haftada yalnızca seksen dakika defterimle buluşuyorum. Yanlış anlaşılmasın; ben yedi gün yirmi dört saat yazıyorum, aklımda kelimeler bir o yana bir bu yana uçuşup duruyor hep, defterim de her zaman çantamda ama bir türlü boş bir vakit bulup kağıda dökemiyorum, yalnız kalamıyorum. Bazen hafızamdan uçup gitmesin diye günlerce tekrarladığım cümleler oluyor aklımda, bazen dakikalar içinde kaybolup gitmelerine engel olamıyorum. Benim için bu denli değerli olan şeyleri yitirmek gerçekten çok üzücü. 

Ben büyüyorum evet, bu dünyadaki on dokuzuncu yılımı bitirmeme bir aydan az kaldı. Eğer büyümek yalnızca yaşının artması, senelerin hayatından geçip gidiyor olmasıysa ben büyüyorum. Öyle değil ama, geçen bün kart başvurusu yaparken (kart benim adımayken bile) hanenizde kaç çocuk var sorusuna iki, dedim, hala oyuncak reyonu dünyadaki en sevdiğim yer ve hala atlı karıncaya binmek istiyorum, babam izin verse hala omuzlarına oturabilirim ve annem sürpriz yumurta alsa akşam eve gelirken, sevinebilirim. Hala televizyondaki en sevdiğim programlar çizgi filmler, ayrıca şu Samuray Jack artık kendi zamanına dönebilir mi, çok uzadı onun macerası, bir de itiraf ediyorum; Skipper'a gerçekten aşığım ve insanlarla penguenlerin evlenemeyeceği gerçeğini kabullenmek istemiyorum, sonuçta buna engel olan bir yasa yok.

İşte böyle; ben büyüyorum ama aslında hiç büyümüyorum, hala annemin ve babamın ufak kızlarıyım ve buna bayılıyorum. Onlar yanlarında kendim hissettiğim tek insanlar, bir nevi yalnızlık onlarla olmak çünkü biz öyle bir ve aynıyız ki sanki tek kişi gibiyiz ama dediğim gibi; bir nevi çünkü insan aslında hiç yalnız kalamıyor, en basitinden hep kendi eşlik ediyor ona.

Nedendir bilmem ne zaman ailemi yazsam gözlerim doluyor ama ağlayamıyorum çünkü söylediğim gibi; yalnız kalamıyorum, şu anda feribottayım ve hemen yanımda cam tarafına geçmek için izin istediğim yaşlı amca oturuyor, hayatıma dokundu ve şimdi benim tarafımdan yazılmaya mahkum, o hiç bilemeyecek ama işte tam burada, tam yarım saattir elinde oynayıp durduğu tesbihiyle ve garip şapkasıyla yaşıyor, tam burada; benim kelimelerimde.

Bu aralar böyle dağınığım işte bir de, karmaşık ve düğüm düğüm düşüncelerim çünkü hiç yalnız kalamıyorum kendimle. Geçen gün ekonomi dersinde bulunduğum an ve zamandan kopup tam on iki sayfa yazdım. Hem de nasıl yazdım biliyor musunuz; bölük pörçük, kopuk, bir cümlem bitmeden aklıma gelen bir başka cümle yırtındı beni de yaz, diye. Devamlı bir yanda kelimelerimi yarım bırakıp diğer bir yanda başka kelimelere hayat verdim. Sanırım bu durum bir saat ekonomi dersi işlemekten daha yararlı oldu benim için ve bana daha çok şey kattı. Tabi tam emin değilim çünkü anlatılan konunun ne olduğunu dahi bilmiyorum. 

Toparlıyorum; yalnız kalamıyorum ben, büyüyorum ve ailemi çok seviyorum. Yazdıklarımın ana fikri bu işte. 

Bu arada kırk dakikanın sonuna geldik, Cuma'ya kadar defterime hoşçakal, diyorum. Muhtemelen ben yolda bu yazıya daha pek çok şey katacağım, bazılarını unutacağım veya cümleleri kafamda tekrarlamaktan ağrılar girecek başıma. Bilemiyorum... 

Vapurdan son inen kişi olmak pek de fena bir şey değilmiş, bir de bu kız ne yapıyor hala, diye garip garip bakan çalışanlar olmasa, gerçi yavaş yavaş orada burada, yolun ortasında çat diye durup, bir şey söylerken birden susup defterimi çıkarıp yazarken bana bakan gözlere alışmaya başlamadım değil...

19 Mart 2012 Pazartesi

Sensizlik Esiyor Yüreğimde


Hiç bir ağacın altına girip havaya baktın mı sevdiğim, güneşin yapraklardaki dansını seyrettin mi? Bana seni hatırlatıyor, uzanıp sana dokunabilecekmişim gibi hissettiriyor. Bulutlar sadece bir ağaç boyu ötedeymiş gibi geliyor, içerinde yok olabilirmişiz, huzuru ve mutluluğu bulabilirmişiz gibi…

Hiç çimenlere oturup elinin altında hissettin mi karmaşık yumuşaklıklarını, dört yapraklı yonca aradın mı aralarında? Bana seni hatırlatıyor; onca insanın arasında seni bulduğum için ne kadar şanslı olduğumu gösteriyor.

Hiç güneşte uzun yürüyüşlere çıktın mı sevdiğim, teninde sıcaklığını hissetin mi, yarı kapalı göz kapaklarının ardından baktın mı etrafa? Bana seni hatırlatıyor; bana olan yakınlığını, bu yakınlığı kaybedersem devam etmekte nasıl zorlanacağımı anlatıyor.

Hiç denizin sesini dinledin mi uzun gecelerde, rüzgârla karışıp sessizliği delen o büyüleyici sesin ahengine kaptırdın mı kendini? Bana seni hatırlatıyor; dokunuşlarını duyumsatıyor, her şeye rağmen bir bütün olabileceğimizi müjdeliyor.

Hiç sıcacık kumlara ayaklarını bastın mı sen, yandığın için gölgeye koşma ihtiyacı hissettin mi? Bana seni hatırlatıyor; canımı yakıyor olsa bile seninle olmak, aşkına sahip olmak, yine de sana gelmek istediğim gerçeğini yüzüme vuruyor.

Sen hiç suskunluğunda şarkı mırıldandın mı peki, beyninde notaların sıralanmasına izin verdin mi? Bana seni hatırlatıyor, yokluğunda bile sana ihtiyacım olduğunu, beni üzsen bile seninle olmak istediğimi kabul ettiriyor.

Sen hiç yağmura çıktın mı sevdiğim; bedeninin yağmur damlalarınca ıslatılmasını normal karşıladın mı? Bana seni hatırlatıyor; bana ait olmasan bile sana ait olduğumu fısıldıyor.

Sen hiç beni yaşadın mı; bana rağmen beni yaşadın mı? Bana bizi hatırlatıyor; içinde bulunduğumuz imkânsızlıklara rağmen birbirimizi sevebileceğimizi kanıtlıyor.



Şimdi geleceğimin geçmişiysem eğer, gelecekteki ben için dün’sem, ilk şansım olan bugün, yarınım için doğruyu yapacağım...

              
İkinci romanımın önsözü...
        

14 Mart 2012 Çarşamba

Ben Bu Şehri Gece Seviyorum

Ben bu şehri geceleri seviyorum, yolları sokakların aydınlattığı kadarıyla görmeyi, gölgemin bir o yanda bir bu yanda belirmesini... Havaya sinmiş o duman kokusu var ya hani, onu seviyorum. Ben bu şehri geceleri seviyorum.

Serin rüzgarı yararak yürümeyi, üşümemeyi ama tenimde o serinliği hissetmeyi seviyorum. Karanlıklarda kaybolmayı seviyorum, saklanan diğer şeyleri merak etmeyi. Işıkların altında oturanları seyretmeyi seviyorum.  Ben bu şehri geceleri seviyorum.

Boş sokaklarda sabahlara kadar yürümeyi seviyorum, kimse beni bulamayacakmış, görmeyecekmiş gibi bir başıma olmayı. Hiçkimseymişim gibi, kimse beni aramayacakmış, sormayacakmış, merak etmeyecekmiş, gibi yok olmayı seviyorum. Ben bu şehri... bu şehri geceleri seviyorum.

Gölgeler tarafından yutulmayı, sokak lambalarının altında yeniden doğmayı seviyorum. Nereye gittiğini bilmediğim yollara dönmeyi ve belirsizliklere koşmayı da. Başımı kaldırıp baktığımda yıldızlardan bir yorganın üzerimde olmasını seviyorum.

Ben gecenin sesini seviyorum; tam seçemediğim, şekillerinden, renklerinden emin olamadığım taşların üzerinde yürürken çıkan sesi seviyorum, tek tük geçen arabaların vızıltısını, yer yer suların çağıldamasını, zaman zaman karşılaştığım insanların adımlarını. Ben bu şehri geceleri dinlemeyi seviyorum.

Ben gecelerin sessizliğini seviyorum, kalabalığın olmamasını, bir de konuşmaların ve gürültünün... Ben bu şehrin uyumasını seviyorum ve aslında bir yerlerde yeni uyanıyor olmasını ki ben oraya hep uzağım. Ben bu şehri geceleri seviyorum.

Ben geceleri yürümeyi seviyorum, konuşmayı kendimle ve yazmayı. Uykusunda bu şehri dinlemeyi seviyorum, rüyalarına konuk olmayı... Ben bu şehri geceleri seviyorum.

Yalnızlığımı, karanlığımı seviyorum. Ben bu şehri, kendimi geceleri seviyorum.

Ben... ben seni de geceleri seviyorum. Yüzünü görmeden, loş ışık altında sadece seni hissetmeyi seviyorum, sende yok olmayı ve teninde kaybolmayı, nefesinde ısınmayı seviyorum. Ben bu şehri geceleri seviyorum... Ben geceleri seviyorum. 



13 Mart 2012 Salı

Yazamıyor olduğum gerçeğini yazıyorum

Ben bu aralar yazamıyorum pek. Öyle çok şey var ki aklımda, bir türlü tek bir noktaya, tek bir konuya kilitleyemiyorum kalemimi. Kelimelerim dağılıyor hep, başladığım cümleler istediğim yerde bitmiyor. Hep tanımsız ve anlamsız, sahipsiz satırlarımdakiler. 

Ne kitaplarıma ekleyebiliyorum ne deneme olarak paylaşabiliyorum kalemimden dökülenleri, not defterimde gelecekleri belirsiz bekliyorlar. Benden öyle çok parça ve duygu taşıyor ki kelimelerim, öyle çok bana aitler ki; kimse okusun, kimse beni bilsin istemiyorum. Korkuyorum, boş kağıtlara bakmaktan, mürekkebe yaklaşmaktan. Kendimi çok fazla anlatmaktan korkuyorum, hislerimi dışa vurmaktan. Ben tanınmaktan korkuyorum, insanların beni anlayabilecek olmasından...

Yazmam için boş olması gerekiyor aklımın, içimde kocaman bir hiçliğin kol gezmesi gerekiyor. Cümlelerime girmem, yeni kimlikler bulmam, yeni karakterler yaratmam gerekiyor. Bana ait olmayan bir hayatı yaşamam, gerçek olmayan insanları sevmem, hissetmediğim duygularla ağlamam gerekiyor. Benim, ben olmamam gerekiyor...

Hiç çözülemeyecekmiş gibi görünen bir karmaşıklık içerisindeyim. Düşüncelerim düğüm olmuş gibi, aklıma kargaşa hakim. Ben bu aralar bir türlü benliğimden çıkıp başkası olamıyorum, kimliksiz kalamıyorum. Bu aralar hissettiklerim daha yoğun olduğundan mı yoksa uçucu olduklarından mı bilinmez, kazıyamıyorum içimden.

Ben yazamıyorum, bu aralar yazamıyorum. Bu yüzden yazamadığımı yazdım çünkü ben aslında hep yazıyorum, her dakika ve her yerde...  


8 Mart 2012 Perşembe

Sanki ben...

Ben kendimi tanıyamıyorum, benliğime sahip çıkamıyorum. Aynada baktığım ben değilim, yaptıklarım, gördüklerim bana ait değilmiş gibi. Sanki... sanki tüm bu olanları ben yaşamamışım gibi. uzanıp dokunamıyorum, yokum. Yokum ben.

Öyle yabancı ki gözlerim, bakışlarım, dokunuşlarım... Parmaklarımın altında hissettiğim şeyler, benden kilometrelerce uzak. Sanki duygularım,düşüncelerim bana ait parçalar değil. Tenim, bedenim, sanki ben, ben başkasıyım. 

Bu acıyan kalp, başkasına ait gibi geliyor, acıyı ben çekmiyor gibiyim. Emanet gibi hislerim. Ellerim bir beden küçük, ruhum büyük, sığmıyor içime. Sanki başkasına gitmek ister gibi, başkasının gibi; eğreti duruyor üstümde. Yaşadıklarım, düşündüklerim, hislerim eğreti duruyor. Bakışlarım, tebessümlerim eğreti... 

Ben kim olduğumu artık bilemiyorum, tanıyamıyorum. Bana ne oldu böyle, ben nasıl kendimden uzaklaştım, nasıl kendimi tanıyamayacak hale geldim böyle. Aynada baktığım, şu an gördüğüm ben değilim, karşımdaki gözlerden akan yaşları görünce sadece hiç tanımadığım biri ağlıyor diye düşünüyorum. Ben, ben yokum, kayboldum, ufaldım, çürüdüm... 

'Bir Ölünün Hayatı' isimli üçüncü romanımdan...

Resim tasarım; Gizem KAYAHAN - 2010