23 Ağustos 2012 Perşembe

Ben Bir Şemsiyeyim...

Güneşin dokunuşuyla eskimiş, rengini kaybetmiş bir şemsiyeyim ben... Hasırdan örülmüştür tenim, uzun metal bir çubuk yardımıyla yükselirim gökyüzüne.

Bazı insanlar kaçar benden, güneşin tenlerine dokunmasını isterler, bazıları ise arar beni, bana sığınırlar, benim izin verdiğim kadarıyla bakarlar göğün maviliğine...

Ortasında dikildiğim kristal kumların ayakları yakacak kadar ısınmasına izin vermem ben. İnsanlar yalın ayak ise benim gölgeme koşar, ulaştıklarında tatlı bir gülümseme sarar çehrelerini, huzurla dolarlar, sonra kendi şemsiyelerinin altına kadar sürecek yepyeni bir maratona başlarlar.

Bazen havlularını örterler üzerime, sıcaktan benim de yanabileceğimi mi düşünüyorlar acaba, her ne amaçla yapıyorlarsa çok minnettarım, bazen biraz serinliğe ihtiyaç duymuyor değilim çünkü.

Öyle çok oldu ki; hatırlamıyorum ne zamandır masmavi denizin, kumları dövmesine şahitlik ettiğimi. Onlarca mevsim gördüm, yağmur damlalarının denizle kucaklaşmasını seyrettim ve mutlulukla ettikleri dansı. Binlerce kez güneşin kaybolmasını izledim denizle göğün birleştiği yerde. Geceleri sahilde yürüyen çiftlere eşlik ettim. Çocuklara imrendim, kumdan kale yaparlarken. Zaman zaman geleceğimden şüphe ettim, sert rüzgarlarla savaşırken, umudumu kaybettiğim, daha fazla tutunamayacağımı sandığım oldu ama her seferinde ulaştım yaz aylarına, şehrimin kalabalıklaştığı zamanlara...

Yalnız değilim ben, daha onlarca şemsiye eşlik ediyor bana tüm bu yaşanmışlıklar boyunca. Sohbet ederiz uzun uzun, insanlardan duyduklarımızı paylaşır, dedikodu ederiz biz. Bildiğimiz her şeyi sahile uğrayanlardan öğreniriz.

Kar, diye bir şey varmış; onu öğrendik geçen yaz. Soğuk zamanlarda olan bir hava olayıymış, bembeyazmış ve büyülüymüş. Hiç görmedim ben, yumuşak mıdır acaba,pamuk gibi ve tatlı mıdır şeker misali? Ah bir kerecik dokunsam da tadına varsam, üşümek neymiş daha iyi anlasam... Yalnız olmasam ama çünkü üşüyünce yalnızlık daha derinden hissediliyormuş, geçen kış deniz kenarına gelen bir genç kız mırıldandı ağlarken, ondan öğrendim. Bu yaz da tatile çıkmanın ne kadar pahalı olduğundan bahsetti, gölgemde oturan bir çift, diğer şemsiye arkadaşlara anlattım, para biriktirmek gerek kar yağışını görebilmek, kara dokunabilmek için ama bilmiyoruz ki o ne! Yalnız, seyyar satıcılara verilen kağıt veya metal şeylere para dediklerini öğrenebildik, ne değerini anlıyoruz ne de ne kadar ihtiyacımız olduğunu kestirebiliyoruz.

Keşke gelse bir bulut ve götürse bizi hayallerimize ama hiçbir şey kolay olmuyor işte böyle... Güneşe binip seyahat etsek olmaz mı, soğuk şehirlere?

En iyisinin kar yağışını beklemek olduğuna karar verdik ama o da umutsuz bir durum; bilmem kaç yıldır dikiliyoruz burada ama yağmurdan daha fazla kışa ait herhangi bir doğa olayıyla tanışmadık... Neyse ki daha uzun yıllar burada konaklayabileceğimizi sanıyorum, belki zamanla biriktiririz paramızı, hemen hemen her gün tepemizden geçen uçaklara ulaşabiliriz veya otobüse bineriz ve öyle seyahat ederiz, mola yerlerinde fotoğraf çektirir, yemekler yeriz. Sonra buraya geri döndüğümüzde yaz gelmiş olur ve biz güneşe anlatırız maceralarımızı, fotoğraf albümlerimizi gösteririz.

Ama ben sadece bir şemsiyeyim, güneşin dokunuşlarıyla eskimiş ve rengini kaybetmiş, kar yağışına ulaşmak isteyen ve kar topu oynamak için yanıp tutuşan bir şemsiye. Bir de şu seyyar satıcıların satıp durduğu midyeyi tatsam, öyle merek ediyorum ki tadını. Onun için de para gerekiyordu değil mi? Peki ya haşlanmış mısır, o da mı hayal bana?






2 Ağustos 2012 Perşembe

Bit Pazarı


Hani hiç umursamadığınız, kenara köşeye atılmış, evin derinliklerinde kaybolup gitmiş, yüzüne bakılmayan bozuk paralarımız var ya, sakız bile alınmaz bununla dediğimiz; işte onlar için bütün gün sıcağın altında oturuyorlar, küçücük bebekleriyle, ayaklarında terlik demeye bin şahit isteyen plastik parçalarıyla... Konuşmaya takatleri yok, parmaklarıyla işaret ediyorlar, bir elin parmağını geçmiyor fiyatlar. 


Dönüp bakmayacağınız, yerde görseniz alıp çöpe atmaya tenezzül etmeyeceğiniz şeyler var satılan; oyuncaklar, ev aletleri, ayakkabılar, giysiler, vazolar, mumlar, lambalar, telefonlar, tornavidalar, mutfak aletleri, fincanlar, çatallar, bıçaklar, bardaklar, kolyeler, küpeler, bilezikler, piller, radyolar, çakmaklar... Bit pazarı işte; aklınıca ne geliyorsa var.


Onca eşya, yerlere serilmiş çarşaflar üzerinde dağınık vaziyette duruyor, öyle ki; aradığınız şey muhakkak orada var ama bulmanızöyle zor ki, çünkü oradan buradan gözünüze çarpanlardan ibaret yanlız gördükleriniz. 


Çok da fazla değil, oturup sayabileceğiniz kadar insan geziyor daracık boşluklarda, eşyalara göz gezdiriyorlar. Hiçbir şey bulunamaz, alınamaz gibi görünüyor, her şey işe yaramaz, kim bilir kaçıncı el... Ama öyle değil, alışveriş yapıyorsunuz, bazen sırf yardım etmek için hatta. Zavallı yaşlı amca saç kalmamış başında boncuk boncuk terlerle bekliyor gün boyu, artık kullanmadığı eşyaları birileri alsın da akşam eve ekmek götüreyim, diye, yalnız bir ekmek parası kadar her bi parça. Küçücük bebeği terlemesin diye gölgelerin ardına yerleşmiş zavallı kadın da bekliyor.


Kitaplar bile bir liraydı, üç dört tane aldım. Sararmıştı yaprakları, okunmuştu daha önceden, eski kokuyordu, zamanın ve çevrilmiş sayfaların kokusu sinmişti üzerine. Seviyorum ben bu kokuyu, bana ailemin köyünü hatırlatıyor, eski evlerde, eskimiş eşyalar arasında geçirdiğim eski zamanları. Şu anda yaşıyor olduğum şehir doğduğumdan beri evim benim ama ben sadece bir kaç ay ziyaret ettiğim, eskinin kokusuyla yoğruldum o köyü çok daha fazla seviyorum. 


Bir köşesi de antika eşyalara ayrılmıştı pazarın, eski radyolar, silahlar, kılıçlar, saatler, vazolar... Diğer tarafta bir liraya satış yapanların günlük kazancı bu taraftakilerden fazla oluyordur sanırım zaman zaman ama bir tane antik eşyayı sattığında, diğer taraftakilerin aylık kazancını elde ediyordur buradakiler. 


Pek çoğumuz, orada harcadığım parayla bir öğün yemek bile yiyemeyiz, yalnızca 7 liraydı ama dört aile bugün akşam eve onunla ekmek götürebilecek. Ne olacak ki, diyorum yalnızca bir lira olduğunu duyunca almak istediğim şeyin, yalnızca bir lira ama çocuk aldığım şeyin benzerlerini de çıkartıyor, bunları da al, diyor hatta tezgahtan ayrıldıktan sonra sırf o bir lira için peşimden geliyor. Öyle şeyler var ki; bunları kim alacak, kim kullanacak ki diyorum ama alınıyor, kullanılıyor, iyi ki de böyle oluyor. Geri dönüşümün en güzel hallerinden biri bu, normalde çöp adı altında atılacakları yeniden kazanmış oluyoruz. Bence bu insanlar yüz binlerce türk lirası değerinde arabasıyla oradan oraya gezip, camdan dışarıya çöplerini atan, küçük esnafa göz ucuyla bakmayan o adamdan çok daha fazla saygıyı hakediyorlardır. 

Her perşembe, aynı yerde kuruluyor pazar. Yakın zamanda yine ziyaret edeceğim...