4 Şubat 2013 Pazartesi

Gökçekimine kapılsam...


Kalbimin arka sokaklarında dolaşıyorum yine, uzun zamandır uğramadığım yerlerdeyim.
Bölünerek çoğalıyor mu nedir, her gece bir başka köşesinde bitiveriyor aklımın. İlla çağırıyor beni, onu düşünmeye.
Hava ne soğuk! Kışın sıcak nereye saklanır, ne yer, ne içer merak ederim hep.
Kırmızı şarap var bugün menüde; beyazın için için kıskandığı kırmızı şarap. Tüm şişeyi boşalttım bir bardağa ama çoğunu içemedim, zaten çoktan sarhoş olduğumdan her bir adımda bir o yana bir bu yana dökülüyordu damla damla.
İçim bulanmaya yüz tutmuştu. Ruhumu çoktan kusmuştum, rahatlamam gerekirdi ama içimde ters dönmüş bir tırnağın sızısı vardı.
Buralarda dolaşmasındansa, ellerin dudaklarla pastanelerde buluştuğu yıllara ait olmasını isterdim aşkımın. Ne yazık; karanlık sokaklarda kaybolup gitti yıllar önce, o yüzden biraz kirlidir onun sözleri.
Bir şiirdik biz onunla asla tamamlanamayan, güzel bir şiir değildi belki ama yine de bir şiirdik işte; ‘o ve ben’den biz olarak bahsedebildiğimiz bir şiir.
Bana verdiği adrese gidiyorum ama o yok, belki de hiç gelmemişti buraya, oysa bir zamanlar sonsuza kadar burada kalacağını söylerdi.
Masmavi yerler; hatıralarımız çocuğunu düşürmüş. Ben zaten o meyvenin hiç büyümeyeceğini biliyordum ama o acılı, gözyaşıyla yoğurulmuş ve yalan haberlerle dolu gazetenin eki hep umut oluyor işte.
Merak ediyorum; hiç değişmiş midir? Merak ediyorum; ben onu tenime, kalbime, aklıma işlemişken, tam da onun istediği örnekle, neden o kanatırcasına kendini aldı benden? Merak ediyorum; bir zamanlar içime tutunmuş, beni bırakmıyorken, şimdi nasıl oluyor da dudaklarımdan kurtulunca dağılıveriyor yokluğa sigara dumanı misali?
Diyorum ki; dünyanın en küçük altın lirasıyla uğur böceklerine terlik, pabuç alsak da, onlar bizi dünyanın öbür ucunda, gökçekiminin hüküm sürdüğü o hep bahsettiğimiz eve götürseler, maviliklerde kaybolsak?
Gerçekleşebilecek  olsaydı, bunu ister miydim acaba çünkü o zaman olduğu gibi şimdi de biliyorum; onunla o evde yaşayacak ben, hatıralarımızın ölmüş çocuğu için ağlayan benden daha çok acı çekecek.
“Katil zaten benim!” diye bağırıyor çocuk, “Ben kendim düştüm, hatıraların gözlerinden, ellerinden ve dillerinden. Kırılmak ve kuruyor olduğun yeni hayatın ayaklarına batmak benim kaderim.”
Nasıl bir cinayettir ki bu; silah, hatıraların oğlu olan gelecek düşleri. Kimi cezalandırsak, kime ağlasak?
Acaba o dünyanın en küçük altın lirasını bulsam da, düşüncelerime musallat olan onu bindirsem uğur böceklerinin sırtına ve yolcu etsem benden uzaklardaki kayboluşuna?
Ben zaten hiç sevmem şiir okumayı, varsın bu da yarım kalsın. Hem belki kırılan parçaları toplayacak bir başkası bulunur, belki de çoktan bulunmuştur. Ayrıca bu kez hikaye olsun ‘biz’den, şiir değil. Varsın yine kötü olsun, zaten güzellik faydasız mıdır nedir?!
Teşekkür mü etmem gerekir, beni anlamayarak belki de en güzel şeyi yaptı o benim için; gitti. Kalsa daha çok kanayacaktım biliyorum, belki hatıralarım da kırılacaktı. Kırılmasın onlar, kısır kalmaları yeter oralarda bir yerlerde, böylece yeni hatıralarım meyve verecek olursa nasıl sulayacağımı ve büyüteceğimi bilirim veya yine olacak bir cinayete hazırlıklı olabilirim.
Öyleyse teşekkür ederim...
Ve gereği düşünüldü; daha fazla düşünülmemeli.
Böyle desem de, yine sakarlık edip aklıma düşer diye, o dünyanın en küçük altın lirasını aramaya devam etsem iyi olacak.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder