Kalbimin arka sokaklarında
dolaşıyorum yine, uzun zamandır uğramadığım yerlerdeyim.
Bölünerek çoğalıyor mu nedir, her
gece bir başka köşesinde bitiveriyor aklımın. İlla çağırıyor beni, onu düşünmeye.
Hava ne soğuk! Kışın sıcak nereye
saklanır, ne yer, ne içer merak ederim hep.
Kırmızı şarap var bugün menüde;
beyazın için için kıskandığı kırmızı şarap. Tüm şişeyi boşalttım bir bardağa
ama çoğunu içemedim, zaten çoktan sarhoş olduğumdan her bir adımda bir o yana
bir bu yana dökülüyordu damla damla.
İçim bulanmaya yüz tutmuştu.
Ruhumu çoktan kusmuştum, rahatlamam gerekirdi ama içimde ters dönmüş bir
tırnağın sızısı vardı.
Buralarda dolaşmasındansa,
ellerin dudaklarla pastanelerde buluştuğu yıllara ait olmasını isterdim
aşkımın. Ne yazık; karanlık sokaklarda kaybolup gitti yıllar önce, o yüzden
biraz kirlidir onun sözleri.
Bir şiirdik biz onunla asla
tamamlanamayan, güzel bir şiir değildi belki ama yine de bir şiirdik işte; ‘o
ve ben’den biz olarak bahsedebildiğimiz bir şiir.
Bana verdiği adrese gidiyorum ama
o yok, belki de hiç gelmemişti buraya, oysa bir zamanlar sonsuza kadar burada
kalacağını söylerdi.
Masmavi yerler; hatıralarımız
çocuğunu düşürmüş. Ben zaten o meyvenin hiç büyümeyeceğini biliyordum ama o acılı,
gözyaşıyla yoğurulmuş ve yalan haberlerle dolu gazetenin eki hep umut oluyor
işte.
Merak ediyorum; hiç değişmiş
midir? Merak ediyorum; ben onu tenime, kalbime, aklıma işlemişken, tam da onun
istediği örnekle, neden o kanatırcasına kendini aldı benden? Merak ediyorum;
bir zamanlar içime tutunmuş, beni bırakmıyorken, şimdi nasıl oluyor da
dudaklarımdan kurtulunca dağılıveriyor yokluğa sigara dumanı misali?
Diyorum ki; dünyanın en küçük
altın lirasıyla uğur böceklerine terlik, pabuç alsak da, onlar bizi dünyanın
öbür ucunda, gökçekiminin hüküm sürdüğü o hep bahsettiğimiz eve götürseler,
maviliklerde kaybolsak?
Gerçekleşebilecek olsaydı, bunu ister miydim acaba çünkü o zaman
olduğu gibi şimdi de biliyorum; onunla o evde yaşayacak ben, hatıralarımızın
ölmüş çocuğu için ağlayan benden daha çok acı çekecek.
“Katil zaten benim!” diye
bağırıyor çocuk, “Ben kendim düştüm, hatıraların gözlerinden, ellerinden ve
dillerinden. Kırılmak ve kuruyor olduğun yeni hayatın ayaklarına batmak benim
kaderim.”
Nasıl bir cinayettir ki bu; silah,
hatıraların oğlu olan gelecek düşleri. Kimi cezalandırsak, kime ağlasak?
Acaba o dünyanın en küçük altın lirasını bulsam da, düşüncelerime musallat olan onu bindirsem uğur böceklerinin sırtına ve yolcu etsem benden uzaklardaki kayboluşuna?
Ben zaten hiç sevmem şiir
okumayı, varsın bu da yarım kalsın. Hem belki kırılan parçaları toplayacak bir
başkası bulunur, belki de çoktan bulunmuştur. Ayrıca bu kez hikaye olsun ‘biz’den,
şiir değil. Varsın yine kötü olsun, zaten güzellik faydasız mıdır nedir?!
Teşekkür mü etmem gerekir, beni
anlamayarak belki de en güzel şeyi yaptı o benim için; gitti. Kalsa daha çok
kanayacaktım biliyorum, belki hatıralarım da kırılacaktı. Kırılmasın onlar,
kısır kalmaları yeter oralarda bir yerlerde, böylece yeni hatıralarım meyve
verecek olursa nasıl sulayacağımı ve büyüteceğimi bilirim veya yine olacak bir
cinayete hazırlıklı olabilirim.
Öyleyse teşekkür ederim...
Ve gereği düşünüldü; daha fazla
düşünülmemeli.
Böyle desem de, yine sakarlık edip aklıma düşer diye, o dünyanın en küçük altın lirasını aramaya devam etsem iyi olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder