19 Nisan 2012 Perşembe

Kelimelerimi düşürdüm...

Pek çok şeyden bahsetmek istiyorum bu gece; yazıyor olmanın özgürlüğünden, okunmanın kısıtlamalarından, yalnızlıktan, zayıflıktan, cesaretten. Kelimelerimi düşürmüşüm ama, bulamıyorum bir türlü; yatağın altına baktım yok, masanın altında yok, yastığın altında da yok... Zaten bunca eşyanın, bunca insanın ve gürültünün arasında zor bulunur onlar, küçüktürler çünkü ve tek başlarına görünmezler pek, önemsizdirler yalnızken. Bir ihtimal cümlelerimi takip edelim, belki onlar götürür bizi yuvarlandıkları ve gözden kayboldukları yere.

Bu arada sessizliğin bir türlü sahip olamadığı mahremiyetinden bahsedelim, bir türlü ulaşamadığımız o mutlak suskunluklardan, bizi bir türlü yalnız bırakmayan, dinlenmemize izin vermeyen o içimizdeki seslerden.

Ben gürültülerden, konuşulanlardan ve yaşanılanlardan sıkılıp "Biraz kafamı dinlemek istiyorum!" diyen insanları pek anlayamıyorum. Kafamızın içinde çok daha büyük gürültüler olabiliyor çünkü, çok daha fazla insan konuşabiliyor orada, çok daha yoğun yaşantılar olabiliyor.

Aklımı stadyuma benzetiyorum ben; düşüncelerim futbol maçına gelmiş binlerce insan gibi birbirini tanımadan aynı şeye gönül verebiliyor; birlikte seviniyor, birlikte bağırıyor veya birlikte sövüyor. Bir yandan da belki de birbirini sevebilecek düşünceler sırf farklı takımları tuttuklarından, farklı düşünceleri savunduklarından, doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız olduklarını önemsemeden zıtlaşıyorlar ve bağırışıyorlar, kavga ediyorlar. Üstelik sonuca hiçbir etkileri olmadığını bile bile yapıyorlar bunu, her şey onların kontrolünden uzakta, hayatıma dokunan veya dokunmasını istediğim oyuncular arasında olup bitiyor. Ben burada hakem olarak görüyorum kendimi, hem de kötü bir hakem olarak çünkü hata yapan oyunculara ceza verme ve hatta onları hayatımdan atma yetkim olmasına rağmen yapamıyorum her zaman bunu, bazen bu hataları göremiyorum bile, bir de taraf tuttuğum da olabiliyor.

Altın günlerine de benzetebiliyorum aklımı; düşüncelerimin tek amacı eğlenmek ve dedikodu etmek olabiliyor. Zaman zaman çok yakın oluyorlar, her şeylerini paylaşıyorlar ve zaman zaman da ilişkileri sadece hal hatır sormakla sınırlı kalıyor. Belli bir konu olmuyor konuşulan; bir yanda havadan sudan bahsediliyor, bir yanda bir tanıdık hakkında yorumlar yapılıyor, bir yanda kek tarifleri paylaşılıyor. Sonuç olarak belli bir amaca hizmet etmeden, belli bir sonuç hakkında çıkarım yapmadan yeyip, içip eğleniyor ve sonra evlerine çekiliyor düşüncelerim. Gün geçirilmiş oluyor keyifle, meşgul edilmiş oluyor bedenler ve akıllar.

Yok kelimelerim, bulamıyorum işte! Yapamam ben onlarsız, kelimelerim olmasa o hep rahatsız edilen sessizliğin mahremiyetine ulaşıp onunla konuşurum bu kez veya cama vuran yağmur damlaları boş aklıma düşüp oymaya başlar usul usul beynimi.

Yoklukları küflenmeye başladı artık, cesaretimi kaybediyorum. Bulsam söz bir daha sıradan bedenler için sarfetmeyeceğim onları ve sıradan akıllara bırakmayacağım. Ah bir bulsam... bir bulsam.

Korkuyorum; ya oradan oraya telaş içinde koşan insanların ayakları altında ezildilerse, yaralarından aktıysa hisler boşa. Suçlayamam da kimseyi, sormazlar mı bana; madem bu kadar önemliydi özel bir yere neden koymadın diye. Ne yapayım, bu aralar aklımın bir köşesi çatlak ve sızdırıyor, tamirci bulamıyorum. Sormazlar mı; neden çarpıştırdın ki aklını bir başkasıyla, neden gönlün yakın olsun diye birbirlerine uymayacak iki zıt aklı bir araya getirdin ki. Suçlayamasam da en azından ilgililer, bu konuda bir açıklama yaparlardı değil mi, kayıtlara ve hayatımdaki kayıtsız hayatlara bakarak, kimlerin kelimelerimi acıttığını ararlardı değil mi?

Yanıtsız sorular; çıplak, soğuk ve pembe. Evet, evet; yumuşak bir pembe.

Tüm teselliler çığlık çığlığa kaçıp gitti.

Biraz dinleneyim diyorum ama sessizlikte boğuluyorum, yutuyor içimdeki zalim boşluk beni. Ruhumun suyu buharlaşmış, yağmur olup yağmaya hazırlanıyor. Geriye kalmış tuz, yaralarımı yakıyor. Kelimelerim gelse de yağmur yazsam onlarla veya kana kana içebileceğim litrelerce suya hayat versem de biraz durulsa acılarım, serinlese canım.

Sanırım öleceğim kelime kaybından, gözlerim kararmaya başlıyor. Kayıp kelimelerime gömsünler beni, çürüyemem orada, yolculuk ederim, uzak ve el değmemiş uygarlıklara gider belki oralarda inerim.

Uyuyayım diyorum ama kelimelerime kavuşana kadar bana rahat yok, ne kadar sürerse sürsün devam edecek cümlelerimi takibim ve biliyorum; bir şekilde onları bulacağım, belki sarhoş olacağım onlarla yudum yudum belki de yepyeni bir rüyaya uyanacağım. Kokularını ciğerlerime dolduracak ve arındıracağım içimi kirli acılardan. Açlığımı dindireceğim özlediğim tatlarıyla. Sonra onlarla dünyanın en küçük köyünü gezmeye çıkacağım, ne istiyorlarsa alacağım dünyanın en küçük paralarıyla. Yorulacağız kısacık sokaklarında yürümekten ve en sonunda gece birbirimizde dinleneceğiz, yokluklarında neler yaptığımı yazacağım ve neler yapamadığımı, nasıl olup da yapamadığımı...







3 yorum:

  1. Zihnimi okuduğunla ilgili hatta hatta uzaylı olabileceğine dair şüphelerim var... Daha 2-3 saat önce beynimin içinde aynı anda konuşan bir sürü insanın varlığından bahsediyordum (ob)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne mutlu bana ki; dokunabilmişim hislerinize ve düşüncelerinize.

      Sil
  2. insan sokağa çıkınca dünyalı,evindeyken kendi,iç dünyasında; çıplaklığında ki kusurları saklamasına gerek yok, sessiz bir film gibi, soyut hareketsiz düşünceler dolu öyküsü,,yalnızlık insanın kendisi,,sokaklar çok engebeli çok muhtelif çok rutin e yüzeysel,, dipsiz kuyularda boy gösteren figüranların, kendileri için belirlenen baş rolü bekleyen oyuncuları gibi herkes,, ve zirve bir yalnızlık, yok oluş biçimi,zirvedeysen vakit inme vaktidir. o zaman çıkmak için zaman harcamak yerine odanın seni yargılamayan karanlığında kum saati biriktir. gün gelir tuz buz olmuş kum tanelerinin zamanında heybetli bir kaya olduğunu hatırlayıp, boşuna yarına bel bağlamadan bugünün değerini anlarsın...zafer bozbeyoğlu

    YanıtlaSil