2 Ağustos 2012 Perşembe

Bit Pazarı


Hani hiç umursamadığınız, kenara köşeye atılmış, evin derinliklerinde kaybolup gitmiş, yüzüne bakılmayan bozuk paralarımız var ya, sakız bile alınmaz bununla dediğimiz; işte onlar için bütün gün sıcağın altında oturuyorlar, küçücük bebekleriyle, ayaklarında terlik demeye bin şahit isteyen plastik parçalarıyla... Konuşmaya takatleri yok, parmaklarıyla işaret ediyorlar, bir elin parmağını geçmiyor fiyatlar. 


Dönüp bakmayacağınız, yerde görseniz alıp çöpe atmaya tenezzül etmeyeceğiniz şeyler var satılan; oyuncaklar, ev aletleri, ayakkabılar, giysiler, vazolar, mumlar, lambalar, telefonlar, tornavidalar, mutfak aletleri, fincanlar, çatallar, bıçaklar, bardaklar, kolyeler, küpeler, bilezikler, piller, radyolar, çakmaklar... Bit pazarı işte; aklınıca ne geliyorsa var.


Onca eşya, yerlere serilmiş çarşaflar üzerinde dağınık vaziyette duruyor, öyle ki; aradığınız şey muhakkak orada var ama bulmanızöyle zor ki, çünkü oradan buradan gözünüze çarpanlardan ibaret yanlız gördükleriniz. 


Çok da fazla değil, oturup sayabileceğiniz kadar insan geziyor daracık boşluklarda, eşyalara göz gezdiriyorlar. Hiçbir şey bulunamaz, alınamaz gibi görünüyor, her şey işe yaramaz, kim bilir kaçıncı el... Ama öyle değil, alışveriş yapıyorsunuz, bazen sırf yardım etmek için hatta. Zavallı yaşlı amca saç kalmamış başında boncuk boncuk terlerle bekliyor gün boyu, artık kullanmadığı eşyaları birileri alsın da akşam eve ekmek götüreyim, diye, yalnız bir ekmek parası kadar her bi parça. Küçücük bebeği terlemesin diye gölgelerin ardına yerleşmiş zavallı kadın da bekliyor.


Kitaplar bile bir liraydı, üç dört tane aldım. Sararmıştı yaprakları, okunmuştu daha önceden, eski kokuyordu, zamanın ve çevrilmiş sayfaların kokusu sinmişti üzerine. Seviyorum ben bu kokuyu, bana ailemin köyünü hatırlatıyor, eski evlerde, eskimiş eşyalar arasında geçirdiğim eski zamanları. Şu anda yaşıyor olduğum şehir doğduğumdan beri evim benim ama ben sadece bir kaç ay ziyaret ettiğim, eskinin kokusuyla yoğruldum o köyü çok daha fazla seviyorum. 


Bir köşesi de antika eşyalara ayrılmıştı pazarın, eski radyolar, silahlar, kılıçlar, saatler, vazolar... Diğer tarafta bir liraya satış yapanların günlük kazancı bu taraftakilerden fazla oluyordur sanırım zaman zaman ama bir tane antik eşyayı sattığında, diğer taraftakilerin aylık kazancını elde ediyordur buradakiler. 


Pek çoğumuz, orada harcadığım parayla bir öğün yemek bile yiyemeyiz, yalnızca 7 liraydı ama dört aile bugün akşam eve onunla ekmek götürebilecek. Ne olacak ki, diyorum yalnızca bir lira olduğunu duyunca almak istediğim şeyin, yalnızca bir lira ama çocuk aldığım şeyin benzerlerini de çıkartıyor, bunları da al, diyor hatta tezgahtan ayrıldıktan sonra sırf o bir lira için peşimden geliyor. Öyle şeyler var ki; bunları kim alacak, kim kullanacak ki diyorum ama alınıyor, kullanılıyor, iyi ki de böyle oluyor. Geri dönüşümün en güzel hallerinden biri bu, normalde çöp adı altında atılacakları yeniden kazanmış oluyoruz. Bence bu insanlar yüz binlerce türk lirası değerinde arabasıyla oradan oraya gezip, camdan dışarıya çöplerini atan, küçük esnafa göz ucuyla bakmayan o adamdan çok daha fazla saygıyı hakediyorlardır. 

Her perşembe, aynı yerde kuruluyor pazar. Yakın zamanda yine ziyaret edeceğim...

2 yorum:

  1. dogrusu müthiş birşey eskiden kullandıgımız eşyaların belki anlamı olmayabilir ama hatıra önemlii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, yalnızca eşya olarak düşünmemek lazım. Öyle şeyler var ki; size ait olmasa bile sizi ait olduğunuz bir zamana götürebiliyor.

      Sil